16 Nisan 2020

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmanın Hukuki Çerçevesi

Toplum olarak yardımlaşma ve dayanışmanın en çok hissedildiği bir dönemden geçiyoruz. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma yani “içtimai muavenet ve tesanüt”, toplumda bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini gözetmeleri, aralarındaki dayanışma bilincini yaşatmaları ve geliştirmelerini ifade etmektedir. 


Modern devlet düşüncesinde, toplum içinde genel ve ortak ihtiyaçların insanlar arasında işbölümü esasına dayanan bir usulle giderilmesi söz konusu olduğunda, Devlet o alana müdahale eder ve bu ihtiyacın tatmin edilmesini sağlar. Dolayısıyla bu iş bölümünde kendine bir fonksiyon yükler. Bu fonksiyonu sosyal yardım gibi kamu hizmetlerini doğrudan yürüterek yapabileceği gibi özel kişilerin bu nitelikteki faaliyetlerini destekleyerek de gerçekleştirebilir. Sosyal bir devlet olmanın da gereği budur esasında. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre sosyal devlet, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde gerçekleştiren ve güvence altına alan, toplumsal gerekleri ve toplum yararını gözeten, kişi ve toplum yararı arasında denge kuran, toplumsal dayanışmayı en üst düzeyde gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak eşitliği, sosyal adaleti sağlayan, çalışma hayatının gelişmesi için önlemler alarak çalışanları koruyan, sosyal güvenlik sorunlarını çözmeyi yüklenmiş, ülkenin kalkınmasıyla birlikte ulusal gelirin sosyal katmanlar arasında adaletli biçimde sağlanmasını amaç edinmiş devlettir. Güçsüzleri güçlülere ezdirmemek ilkesi, herkesi, bu arada çalışanları, emeklilerle yaşlıları, durumlarına uygun düzenlemelerle, sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşatmayı gerektirir. (E. 2015/13, K. 2015/108)


Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın sağlanması, bir denge noktası belirlenebilirse belli bir refah seviyesinin altındakileri ortaya yaklaştırabilmeyi gerçekleştirebilmelidir. Devlet de bu noktada sosyal yardım uygulayarak bireyleri denge noktasına taşırken, bu yardımlara denge noktasını aşan vatandaşlarını da dahil ederek dayanışmayı da sağlamalıdır. Sosyal adaleti tesis de bu şekilde sağlanabilir. 


Bu kapsamda Türkiye’de koronavirüs salgın hastalığı sebebiyle işinden olan, eski çalışma gücünü bulamayan vatandaşlar için başlatılan “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” kampanyasını oldukça önemsiyorum. Kimilerine göre devletin vatandaşına el açması olarak yorumlanan bu durum, kanımca tam da sosyal dayanışmanın sağlanması için ve sosyal devlet olmanın da bir gereği olarak kabul edilmelidir. Devlet, sosyal yardımı bir kamu hizmeti olarak yerine getirebilirdi. Ancak dayanışmanın da sağlanması ve dolayısıyla iş bölümünde diğer fertlere de bir fonksiyon yüklenmesi bu faaliyetini güçlendirmiştir. Evde kalanın, dışarıda kalmak zorunda olan veya çalışamamak suretiyle evde kalmak zorunda olana devlet kampanyası üzerinden katkısı bu ölçüde önemlidir ve dayanışmayı sağlar.


Peki sosyal yardımı kimler yapar? Bunu kamu kesimi ve özel kesim bakımından ayrı değerlendirmek gerekir. Kamu kesiminde, devlet ve diğer kamu tüzel kişileri sosyal yardımda bulunabileceği gibi kamu kesiminde yer alan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları eliyle de sosyal yardımda bulunulabilir. 


Merkezi idare bakımından sosyal yardım, devletin idari faaliyet ve hizmetlerinin, konularına göre ihtisaslaştığı bölüm olarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Böylece kamu kesimi tarafından yapılan sosyal yardım faaliyetlerinin tek elden yürütülmesinde, ortaya çıkan sonucun değerlendirmesinin etkin bir şekilde yapılması da amaçlanmıştır. Ancak merkezi idare tarafından idari faaliyetlerin yürütülmesi, birtakım aksaklık ve yerelin ihtiyaçlarını görememe gibi sonuçlara yol açabilir. Bu bakımdan mahalli idarelerin de sosyal yardım alanına dâhil edilmesi fikri gündeme gelmiş ve yaygınlaşmıştır.


Mahalli idareler, Anayasa’da ifade edildiği üzere, mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçları gidermek üzere kurulan kamu tüzel kişileridir. Sosyal yardım gibi bir toplumsal ihtiyacın, o bölgede yaşayan kişilerin mahalli ihtiyacı olduğu konusunda da şüphe bulunmamaktadır. Mahalli idarelere bu görevin verilmesiyle (örn. 5393 sayılı Belediye Kanununun 14. Maddesi), idare edilene en yakın yönetim birimi olmaları, bürokratik işlemlerin az olması, denetim ve koordinasyonun kolay olması, programların uygulanmasındaki başarı, yerel bağış kaynaklarının daha hızlı harekete geçirilmesi ve daha fazla kaynak temin edilmesi gibi olumlu sonuçları beraberinde getirmiştir.


Tam da burada bir parantez açalım. Geçtiğimiz günlerde bir mahalli idare olan belediyenin sosyal yardım kampanyası yapıp yapamayacağı gündem olmuştu. Evet mahalli idare sosyal yardımda bulunabilir. Ama yardım kampanyası düzenleyebilir mi? Bu konudaki mevzuat tartışmasına ilk etapta girmeden, ülkemizdeki yapılan yardım kampanyası uygulamalarına bakarak başlayabiliriz. Filistin İnsani Yardım Kampanyası ile ilgili 2018/10 Sayılı, Lübnan'a Yardım Kampanyası ile ilgili 2006/25 Sayılı, Güney Asya’ya Yardım Kampanyası ile ilgili 2005/26 Sayılı, Suriyeli Sığınmacılara Yardım Kampanyası ile ilgili 2012/24 Sayılı, Pakistan'a Yardım Kampanyası ile ilgili 2010/20 Sayılı Başbakanlık Genelgeleri’nin tümünde ortak bir metin olarak şu hükme yer verilmiştir:


1-Valiliklerimiz, belediyelerimiz ile tüm kamu kurum ve kuruluşlarımızca toplanan yardımlar

ekte belirtilen hesap numaralarına aktarılacaktır.

2-Gerçek veya tüzel kişiler bu hesaplara doğrudan bağış yapabileceklerdir.

3-Sivil toplum kuruluşlarımızdan istekli olanlar topladıkları yardımı, (…) ulaştırmak üzere şartlı veya şartsız bu hesaplara aktarabileceklerdir.

4-Tüm yardım toplama faaliyetleri, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu hükümleri çerçevesinde yapılacaktır. 


Görüldüğü üzere, tüm bu genelgelerde yardım kampanyasının merkezden organize edildiğine dair bir yaklaşım görebiliriz. Tüm dünyanın başa çıkmaya çalıştığı bir salgın krizi ertesinde milli dayanışmayı sağlayıcı bir yardım kampanyası, yukarıda bazı örnekleri verilen yardım kampanyalarından çok daha stratejik ve çok daha anlamlıdır. Dolayısıyla evvelki uygulamalara da bakıldığında mahalli idarelerin özerk şekilde yardım kampanyası düzenlememesi, amaca uygun olur. Zira mahalli müşterek ihtiyaçtan ziyade ulusal ihtiyacın ön plan çıktığı bir yardım kampanyasının merkezi idare eliyle görülmesi beklenen bir durumdur. 


Sorun nereden kaynaklandı peki? Sorun Yardım Toplama Kanunu’nda bu kanun uyarınca yardım toplayabilecek “kurumlar” ifadesinin mahalli idareleri kapsamadığı ve dolayısıyla belediyelerin Yardım Toplama Kanunu’nda muaf tutulması gerektiği ve mahalli idarelerin ilgili mevzuatında (Belediye Kanunu, Büyükşehir Belediyesi Kanunu) şartsız bağış alabileceğine dayandırılmasıyla ortaya çıkmış oldu. Belki de başka bir sorun merkezi idarenin böyle bir yardım kampanyasında başı çekmemesinden kaynaklandı. Ama belirtmek gerekir ki ülke çapındaki yardım kampanyalarının mahalli idareler dahil, merkezi idarenin kontrolü altında yapılması bilinmeyen, uygulanmayan bir usul değildir. Sorun mevzuatın farklı yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Nitekim geçmiş yıllarda Yardım Toplama Kanunu’nun değişiklik tasarısında da, kapsam maddesi ve yardım toplayabilecek olanlarla ilgili yardım toplama ile bağışta bulunma kavramlarının açıklığa kavuşturulması ve yardım toplayacaklarla ile ilgili açıklayıcı hükme yer verilerek kamu kurum ve kuruluşlarının kanun kapsamında olduğunun açıkça belirtilmesi öngörülmüştü. (https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss310m.htm) 



Kamu Kesimindeki Özel Kişiler: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları

Kamu kesimi tamamıyla kamu tüzel kişilerinden oluşmamaktadır. Bu noktada sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kamu kesiminde ama vakıf olarak faaliyette bulunmaktadır. Beşinci Kalkınma planında yer alan, “Sosyal yardım veren vakıflar milli bir müessesedir. Bu özelliklerinden saptırılmadan vakıf hukuku ve kültürüne uygun olarak teşviki sağlanacaktır” şeklindeki bir bakış da, bu vakıfların sosyal adaletin tesisinde görevler yerine getirdiğine açıkça işaret etmektedir. 


Söz konusu vakıfların senetleri, mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir. Bunun yanında vakfın başkan ve diğer üyeleri kamu görevlilerinden oluşmaktadır. Ayrıca kanunla bu vakıflara bir sosyal kamu hizmeti olan sosyal yardımların yapılması görev olarak verilmiştir. Yine vakıfların sahip oldukları bazı muafiyetler, idare tarafından desteklendiklerini de göstermektedir. Yukarıda konu ettiğimiz “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” kampanyasından elde edilen bağışlar da bu vakıflar aracılığıyla vatandaşa ulaştırılacaktır.

Sosyal yardım kamu hizmetinin, kamu tüzel kişileri dışında, vakıflar aracılığıyla yerine getirilmesinin bazı sebepleri olmalıdır. İlk olarak, İslam Hukuku geleneğinde, toplumsal ihtiyacın tatmini noktasında iyi derecede faaliyet gösteren vakıf kurumunun bu özelliğinin, günümüz ihtiyaçlarına da cevap vereceği düşüncesinden hareket edilmektedir. 


İkinci olarak ise sosyal yardım gibi, sübjektif özelliği ağır basan kamu hizmetlerinde, daha kolay hareket edebilmeyi sağlayan hukuki yapıya ihtiyaç duyulmaktadır. Kamu tüzel kişilerinin kendilerine verilen görevleri yerine getirebilmek bakımından, faaliyetin bütçede belirtilmesi gerekmektedir. Ancak her bir kişiye sosyal yardımın bütçede belirtilmesi mümkün değildir. Nitekim bakanlığın internet sitesinde yapılan açıklamada “Muhtaçlık durumunun giderilmesi için hızlı, esnek ve yerel farklılıkları göz önüne alan bir yapıya ihtiyaç duyulduğu için 3294 sayılı Kanunun amacının gerçekleştirilmesinde geleneksel kamu örgütü yapılanmasından farklı bir yöntem izlenmiştir. Her il ve ilçede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları kurularak hizmet acil ihtiyaçları hızlı karşılayacak şekilde hedef kitleye en yakın noktadan verilmektedir” ifadesi dile getiriliyor. Bu bakımdan tarihi misyonunun devamına hizmet etmenin yanında, pratik gerekçelerle de vakıf yoluyla sosyal yardımda bulunulması tercih edilmektedir denilebilir.


Sosyal yardım kamu kesimi dışında özel kesim tarafından da yapılabilir. Sosyal kamu hizmetlerinin kamu kesimi tarafından görülmesi, kamu hizmetine hakim olan süreklilik, eşitlik, meccanilik, uyarlama gibi ilkelerin esaslarına göre mümkün olmaktadır. Ancak idarece, kamuya yararlı olduğu kabul edilen bu hizmetlerin görülmesi için, özel hukuk kişilerini edimde bulunmaya sevkeden kolaylaştırma yönünde imkanlar sağlanabilir. Örneğin şirketlerin yardım kampanyalarına destek vermeleri durumunda matrahtan indirim yapılarak dolaylı şekilde desteklenebilmesi mümkündür. Esasında böyle kuruluşların sosyal yardım alanındaki faaliyetleri ne kadar artarsa, idarenin sosyal yardım alanındaki görevleri de o oranda azalmış olacaktır.


Sonuç olarak, geometrik eşitliği sağlama suretiyle sosyal adaleti temin eden sosyal devletin bariz bir göstergesi olan sosyal yardım, sadece devletin tek taraflı edim sunmasına dayalı bir sosyal kamu hizmeti değildir. Dayanışmayı da sağlayıcı şekilde vatandaşlar, STKlar, kamu kesimindeki vakıflar gibi çok yönlü şekilde oluşan bir dayanışma neticesinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin kamuya yararlı vakıf statüsü oluşturularak, ilgili mevzuatları gereği bu statüde sosyal yardımda bulunan kurumlara vergi indirimi ve benzeri çok sayıda teşvik ve destek sağlanabilmekle birlikte Yardım Toplama Kanunu’nda muaf tutularak yardım kampanyası yapması imkanı verilmektedir. Son söz; sosyal yardım, dayanışmayı sağladığı ölçüde kıymetlidir ve arızi olumsuzlukların atlatılması için ilaç mahiyetindedir. 


ÜYE KURULUŞLARIMIZ

ARAŞTIRMA MERKEZLERİMİZ